Bilimin Emin Olmadığı 10 Şey

Bilim, şüphesiz dünyanın en önemli faaliyet alanlarından biridir. Bazı insanlar bir şeye inandığımızda bilimin zayıf olduğunu yanlışlıkla düşünürler ama zamanla bunun yanlış olduğu ortaya çıkar. Ancak bilimi değerli kılan da tam olarak budur. Hiçbir zaman, "Bu mutlak gerçektir." dememelisiniz. Bilim insanları her zaman, ellerindeki kanıtlara dayanarak olayları en iyi şekilde açıklamaya çalışırlar. Buna rağmen bilim hala bazı şeyleri açıklayamıyor ve bazen bu şeyler çok sıradan, çok anlaşılır gibi görünen şeyler olabiliyor. Bilim dünyasının tam olarak emin olmadığı 10 şeye bir bakalım.

10. Anestezinin nasıl çalıştığını tam olarak anlamıyoruz.

Eğer büyük bir ameliyat için hastaneye gidecekseniz, anesteziye ihtiyacınız olacak. Eğer izleyip çığlık atmazsanız doktorların iç organlarınızla oynaması daha kolay olacaktır.

Farklı amaçlarla kullanılan birçok anestezi türü vardır: Bazıları lokal, bazıları genel, bazıları inhalasyonel ve bazıları da enjekte edilebilir anestezilerdir. Hangi anesteziyi kullanırsanız kullanın, amacı acı hissetmenizi engellemektir. Bazen bu, bilinçsiz olduğunuz anlamına gelir.

Anestezi etkisi nedeniyle dikkatli kullanılması gerekir. Çok az yaparsanız cerrahların sizi kestiğini hissedersiniz. Bilincinizin yerinde olduğunu gösterecek bir tepki bile veremeyebilirsiniz ama her şeyi hissedeceksiniz. Çok fazla anestezi alırsanız ölebilirsiniz. Bu ciddi bir iştir.

Anestezi hakkında bildiklerimize rağmen, onun nasıl çalıştığını bilmediğimizi fark etmek dayanılmaz bir acıdır. Seni nasıl nakavt edebileceği ve acıyı hissetmemeni sağlayabileceği süreci tam bir muamma olarak değerlendiriyorum. Beyninizdeki bazı yağları eritip beyninizin bilgiyi iletme şeklini etkileyebileceği yönünde teoriler var.

2020 yılında yapılan bir araştırma, birçok anestezi türünden birinin nöronlar arasındaki yüksek frekanslı elektrik sinyallerini zayıflattığını buldu. Deney fareler üzerinde yapıldı ve düşük frekanslı sinyallerin devam etmesine izin verilirken ağrının ortadan kaldırılmasının etkisini açıklayabilir; bu sinyaller, nefes alma yeteneğinizi kontrol eden ve kalbinizin atmasını sağlayan şeylerdir.

Yine bu çalışma 2020 yılında fareler üzerinde yapıldı. 1840'lardan bu yana ilk kez bilim insanları, gerçekleştirdiğimiz tıbbi bir prosedürün etkilerini açıklayabileceğine inandıkları bir şey görebildiler.

9. İthakumit esnek bir taştır ve nasıl çalıştığını bilmiyoruz.

Eğer biri sizden kayaların özelliklerini tanımlamanızı isteseydi, "sert", "ağır", "katı" veya "sağlam" gibi kelimeler söyleyebilirdiniz. Birkaç oldukça basit ve sıkıcı sıfat. Ancak size itakolümit olarak bilinen bir kayayı tarif etme görevi verilseydi, listeye bükülme özelliğini de ekleyebilirdiniz.

İtakumit, Brezilya dağlarında en yaygın bulunan bir kumtaşı türüdür ve ismini de buradan alır. Taş, tıpkı bir lastik parçasının bükülmesi gibi, kendi ağırlığı altında bile elinizde bükülebilir. Stretch Armstrong değil ama dünyanın dört bir yanında bulunan taşlarla kıyaslandığında etkileyici.

Esnek kumtaşının neden işe yaradığı hala bir sır olarak kalmaktadır. Taşın yapısı, sert taşlara göre daha geniş aralıklarla ayrılmış kuvars tanelerinden oluşmaktadır. Bu taneler arasındaki boşlukların da eşit olmaması, esneklik sağlıyor gibi görünüyor. Ancak bunun nasıl ve neden gerçekleştiği henüz bilinmiyor.

8. Ekşi tatların dışındaki farklı tatların amacını anlıyoruz

İnsanlar beş temel tat türünü ayırt edebilirler. Bunları tatlı, tuzlu, acı, ekşi ve umami olarak ayırıyoruz. Hatta bilim bunların her birinin nedenini bile bulmayı başarmıştır.

Biyolojik açıdan tatlılık, bir şeyin şeker, yani karbonhidrat ve dolayısıyla enerji içerdiğini anlamamızı sağlar. Umami, et ürünlerinden yani proteinden kaynaklanır. Acı, genellikle yemek istemediğimiz şeylerle ilişkilendirilir ve tehlikeli bitkiler, özellikle zehirli olanlar acıdır ve acılarından dolayı bunlardan kaçınmayı öğrendik. Tuzlu yiyecekler elektrolitleri ve sıvı dengesini etkilediği gibi genel sağlığı da olumsuz etkiliyor. Ve işte ekşi.

Ekşi yiyecekleri sevin ya da nefret edin, bilim bu yiyecekleri tatma yeteneğimizin biyolojik amacını açıklamayı başaramadı. Bu, bir gıdanın asidik olup olmadığını belirlemenin basit bir yoludur, ancak bize önemli bir fayda sağlamaz. Asitli besinler toksik olabilir, sıvı dengeleyici olabilir veya karbonhidrat içerebilir. Ya da değil. Asidite bu insanlar için veya bu ihtiyaçları karşılamada değerlerini ölçmenin güvenilir bir yolu için hiçbir öneme sahip değildir.

Antik balıkların etleri aracılığıyla ekşi tatları 'hissettikleri' ve bunun onları asidik ve dolayısıyla tehlikeli su konusunda uyardığı öne sürülmüştür. Ayrıca, insanlar kendi başlarına C vitamini üretemediğinden, ekşi tadı tatma yeteneği, onu yiyeceklerimizde doğal haliyle tanımamıza yardımcı olabilir. Ya da bakterilerin asit ürettiği çürük meyveleri tespit etmemize yardımcı olabilir. Ama yine de mümkün.

7. Herkesin yüzünde akarlar vardır, ancak nedeni net değildir

Yüzünüze güçlü bir mikroskop altında baktığınızda gözeneklerinizde yaşayan, yağlarınızın tadını çıkaran, üreyen ve umursamazca üzerinize kaka yapan minik yaratıklardan oluşan bir dünya görürsünüz. Demodex adı verilen bu küçük akarlar, eklembacaklılar sınıfından olup tüm memeli hayvanlarda yaşarlar. Onlar bizimle birlikte evrimleştiler. Burada neden bulunduklarına dair hiçbir fikrimiz yok.

Keneler size hiçbir zarar vermez, onlardan kurtulmanız da mümkün değildir. Test edilen 2.000 rastgele kişiden her birinde bunlar vardı. Küçük kurtçuklar yüzünüzün en yağlı bölgelerindeki gözeneklerde yaşar ve saç köklerinize yapışır. Cildinizin kendini korumak için ürettiği yağlı madde olan sebumla beslenirler ve gece geç saatlerde dışarı çıkıp yüzünüzde üremeye başlarlar, ardından gözeneklerinize geri dönerler.

Kanıtlar, bu akarların türümüzün şafağından beri bizimle olduğunu gösterse de bunun nedeni hâlâ belirsizdir. Bunlar genellikle tehlikeli değildir, ancak bazı kişilerde bunlara karşı reaksiyon görülebilir veya birçoğundan muzdarip olabilir. Ama çoğunlukla ölü deriyi yiyerek yüzünüzün pürüzsüz kalmasını sağlarlar.

6. Uçan sincaplar ultraviyole ışık altında pembe renkte parlarlar

Uçan sincaplar gerçekten çok sevimliler, neden olmasın ki? Bunlar Batman gibi ağaçların arasında süzülen sincaplardır. Bilim ayrıca bu küçük memelilerin aynı zamanda inanılmaz derecede eğlenceli hayvanlar olduğunu, ultraviyole ışık altında parlak pembe renkte parladıklarını keşfetti.

Açıkça söylemek gerekirse, siyah ışık altında parlayan başka hiçbir sincap yoktur, sadece uçan sincaplar parlar. Araştırmacılar, sincapların kürküne kütle spektrometresi ile bakıp, kürkün parlamasını sağlayan bileşiklerin ne olduğunu anlamaya çalıştılar ve hiçbir şey bulamadılar. Bu da konuyu anlama yolunu biraz daha zorlaştırdı.

Olay 2021 yılına kadar kameraya alınmayınca uzmanlar spekülasyon yapmaya başladı. Sincaplar, diğer sincaplar tarafından görülebilmek için, çiftleşme ritüelinin bir parçası olarak, bir iletişim yöntemi olarak, hatta yırtıcı hayvanları uzaklaştırmak için bile parlayabilirlerdi. Şimdilik bunu söylemek zor çünkü bu durum bu hayvanlara özgü bir durum.

5. Yarasaların neden güneş ışığından nefret ettiği bilinmemektedir.

Yarasa, doğadaki en faydalı hayvanlardan biridir; her gece gökyüzünü sivrisinekler gibi kötü haşerelerden temizler ve en iyi süper kahramanlarımıza ilham verirler. Ayrıca mağaralar, çatı araları, köprü altları vb. gibi karanlık yerlerde yaşamayı tercih ederler. Nefret ettikleri bir şey var mı? Güneş ışığı.

Yarasa türlerinin güneş enerjisi santrallerinden uzak durması büyük bir sorun gibi görünmeyebilir, ancak bu tamamen mümkün. Yarasalar onların etrafında olmak istemezse, bu tüm ekosistemi değiştirebilir. Avladıkları böcekler bu alanlarda gelişebilir. Güneş çiftlikleri aslında böcekler için mükemmel üreme alanlarıdır. Güneş çiftlikleri yaygınlaştıkça böcekler ve taşıdıkları potansiyel hastalıklar da yaygınlaşabilir.

Yarasaların ışıktan neden nefret ettiği şimdiye kadar bilinmiyordu. Artık bir şeyin yapılıp yapılamayacağı veya yapılması gerekip gerekmediği konusunda bir denge oyunu yaşanıyor. Fosil yakıtlar muhtemelen güneş ışınlarından daha fazla yarasa öldürüyor, dolayısıyla orada olmak istemeyen yarasalar için yapabileceğimiz hiçbir şey olmayabilir, özellikle de nedenini bilmediğimiz için.

4. Köpeklerin beyinleri bazı nedenlerden dolayı büyüyor

Evcil hayvan sahipleri ikiye ayrılır; Evcil hayvanlarının dahi olduğunu düşünenler ve evcil hayvanlarının aptal olduğunu düşünenler. Eğer deha kampındaysanız ve bir köpeğiniz varsa, doğru yolda olabilirsiniz. Köpeklerin beyinleri aslında büyüyor, ancak bunun nedeni hala bir sır.

Günümüzdeki birçok köpek ırkının beyni, eski atalarına kıyasla geçmişe göre daha büyüktür. Genel olarak bir köpeğin beyni bir kurdun beyninden daha küçüktür, ancak bir köpek ırkı modern dünyadaki kurtlardan ne kadar uzaksa, beyni de o kadar büyük görünmektedir.

Evcilleştirme, köpeklerin beyinlerinin boyutunu küçülttü; ancak yeni köpekler yetiştirip onları avcılık veya çobanlık gibi işlerde çalıştırdığımızda beyinleri tekrar büyümeye başladı. Evcil köpeklerin daha büyük beyinlere sahip olmalarının nedeni yalnızca bir iş yapmaları değil (kurtlar da aynı işi veya daha fazlasını yapmak zorundaydı), aynı zamanda daha karmaşık ve sosyal bir dünyada yaşamaları da olabilir. İnsanlarla yaşamanın getirdiği beklentiler ve yükler, onların beyinlerinin her şeyle başa çıkabilecek şekilde genişlemesini zorluyor.

3. Kasırgalar giderek büyüyor ve hızlanıyor

Kötü hava koşullarının giderek kötüleştiğini düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Aslında günümüzdeki kasırgalar geçmişe göre daha büyük, daha hızlı ve daha sık meydana geliyor. Ve bu durum rahatsız edici olsa da, belki daha da rahatsız edici olan, bunun nedenini açıklayamamamızdır.

Son 50 yıldır ABD'nin Tornado Alley olarak bilinen kısmı genişledi. Ölümcül fırtınalar daha sık ve güçlü hale geliyor. İklim değişikliği insanların işaret edebileceği bir şey ama bunun hakkında konuşmak ve açıklamak iki farklı şey. Eğer iklim değişikliği suçluysa, o zaman iklim değişikliği nasıl suçlu? Bunu henüz kesin olarak bilmiyoruz. Daha sıcak kışlar sorunu daha da kötüleştiriyor ve hortumların hem daha erken hem de daha kuzeyde oluşmasına olanak tanıyor, ancak bu, hortumların oluşumunu açıklamaya veya tahmin etmeye pek yardımcı olmuyor.

Yeni modellerin en çok sıkıntı çektiği konu ise kasırga tahmini ve uyarısı. 2011 yılında bir hortumun oluşması için gereken ortalama süre 13 dakikaydı. Fırtınanın yolunda bulunan insanların ne kadar uyarıya hazırlıklı olması gerektiği ortada. 2020 yılına gelindiğinde ise bu süre 8,4 dakikaya düştü. Bu, 1990'da sadece 5 dakika olan seviyeden daha iyi, ancak yukarı doğru hareket etmek yerine aşağı doğru hareket etmesi iyiye işaret değil.

2. Kargalar ölü insanlara karşı beklenmedik davranışlar sergilerler

Kargalar dünyanın en zeki hayvanlarından biridir. Uzun süre sadece primatlar için mümkün olduğuna inanılan bilinçli düşünme yeteneğine ve öz farkındalığa sahiptirler. Aslında kargalar ve goriller aynı zeka seviyesinde olabilir. Hem göz kamaştırıcı hem de etkileyici olan bu görüntü, kuşlara bambaşka bir gözle bakmamızı sağlayacak.

Kargaların ne kadar zeki olduklarını bildiğimizde, onların bazı davranış biçimlerini gözlemlemek daha da şaşırtıcı hale geliyor. Bazı kargaların, diğer kargaların cesetleriyle yasadışı eylemlerde bulundukları gözlemlenmiştir. Bunu ifade etmenin en az rahatsız edici yolu nekrofilidir.

Kargalar genellikle ölülerinden kaçınırlar veya onları başkalarını tehlike konusunda uyarma fırsatı olarak kullanırlar. Yaklaşık 24% vakada kargalar bir cesedin yanına yaklaşıp onu bir şekilde dürterler. Ancak 4% vakalarında kuşlar çiftleşmeye çalışmışlar ve bunun nedeni tamamen belirsizdir. Bir iddiaya göre, bu davranış çiftleşme mevsiminde gözlemlenmiş ve canlı kuşlardaki hormon düzeyleri bilişsel işlevlerini bozmuş olabilir; ancak bu konuda somut bir kanıt yok.

1. Bilim henüz suyun ıslak olduğunu kanıtlamadı.

Su ıslak mıdır? Bu, şimdiye kadar sorabileceğiniz en aptalca sorulardan biri gibi geliyor olabilir ama bilimsel olarak hiç de aptalca değil. Burada da net bir cevap yok. Buradaki sorunun bir kısmı "ıslak" kelimesinin ne anlama geldiğinden kaynaklanıyor. Bu kulağa semantik geliyor ama işin aslı bundan ibaret değil.

Bilim, nemi, bir sıvının bir maddeyle temasını sürdürebilme ve böylece onu bizim anladığımız anlamda "ıslak" kılma yeteneği olarak tanımlar. Ve bu tanıma göre su Aslında ıslak değil, sadece başka bir şeyi ıslak yapan bir şey. Ancak eğer "ıslak" kelimesinin sıvı bir şey anlamına geldiğini düşünüyorsanız, o zaman su ıslaktır.

Başka bir deyişle ıslaklık, bir şeyin üzerinde sıvı olduğunda oluşan histir. Yani elinizi suya batırdığınızda eliniz ıslanacaktır çünkü elinizin üzerinde su olacaktır. Ancak ıslaklık sadece bir his olduğundan, suyun kendisi teknik olarak ıslak değildir, çünkü hiçbir şeyin üzerinde durmuyor ve henüz hiçbir şeyi ıslatmamıştır. Su asla ıslak değildir, sadece su elinizi ıslatır. Eğer bu kafa karıştırıcı geliyorsa, asıl mesele bu ve bilimin hâlâ suyun ıslak olup olmadığını bilmemesinin sebebi de bu.

Ayrıca bakınız:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir